”Daha en başında yazılı bulunduğu için hiçbir şey icat edilemez.
Orjinallik aslında geri dönmekten ibarettir”
Kitabı okuduğum süre boyunca, Antonı Gaudi’nin bu sözü kulağımı tırmalayıp durdu. Üstelik yazar, başlangıç, nereden geliyoruz ve nereye gidiyoruz soruların cevabını hep beraber bulmaya davet edince, o sözler beynime kazındı.
Dan Brown dünyadaki en zor konuyu masaya yatırarak, büyük bir risk almış. Ama belli ki uzun uzun araştırmalar ve incelemeler sonucunda, uzun uzun düşünerek yazmış bu romanı 🙂
Din ve Bilimin en çok çekiştiği, çatıştığı, bazen de savaştığı konulardır bunlar 🙁 İnsanlık tarihi boyunca uzlaşmaları imkansız gibi. Çünkü asırlardır insanın yaradılışı ve kaderi geleneksel olarak dinin hakimiyeti altındadır. Bilim o konulara farklı açılardan bakarak, büyük bir gizemi çözmemesi gereken bir düşman gibi görülür.
Çünkü,”İnanç kelime anlamıyla görünmeyen ve tanımlanamayan bir şeye güvenmemizi, hiçbir deneysel kanıt bulunmayan bir şeyi gerçek diye kabul etmemizi sağlar. Bilim inancın antitezidir. Kelime anlamıyla Bilim, bilinmeyen ya da henüz tanımlanmamış bir şeye fiziki kanıt bulma girişimidir. Ölçülebilecek gerçekleri bulmak için batıl inanışı ve yanlış algılamayı reddetmektedir. Bilim bir cevap sunduğunda, bu cevap evrenseldir. İnsanlar bu yüzden savaşmaz, etrafında toplanır”
Doğrusu ve mantıklısı savaşmadan bilimin etrafında toplanmak, ama bugüne kadar bu mümkün oldu mu? Hayır ve bence bu hiçbir zaman mümkün olmayacak. Din uğruna yaşanan savaşlar bunu gösteriyor 🙁
Oysa bilim adamlarıyla din adamları, evrenin gizemini çözmek ve tarif etmek için sadece farklı kelimeler kullanır. Ama o kelimeler birer silah olup can acıtıyor, kan akıtıyor. Akmaya da devam edecek 🙁
Biz bu çağada, nereden geldiğimiz konusuna takılıp kaldık. O yüzden nereye gidiyoruz konusuna sıra gelemiyor.
”Nereden geldiğimiz konusunda sadece iki felsefi düşünce var. Biri, ‘Tanrı’nın insan tekamülünü tamamlamış halde yarattığını öyküleyen dini görüş. Diğeri de balçıktan çıkıp sonunda insana dönüştüğümüz Darwin modeli”.
Günümüzde kaç kişi, ben Darwin gibi düşünüyorum diyebiliyor. Korkmadan. Ama korkunun olduğu yerde sevgi olmaz ki. Birleşme noktamız, hareket noktamız neden sevgi olamıyor?
Bakın kitaptaki karakter, Edmond Kirsch’in duası bunu ne güzel ifade ediyor: ”Geleceğe dua: Felsefemiz teknolojimize yetişsin. Şefkatimiz gücümüze yetişsin. Ve değişim motoru korku değil, sevgi olsun!”
Bu kitabı okumadıysanız, mutlaka okuyun derim. Sürükleyici, merak uyandıran, düşündüren ve öğrenmeye davet eden bir dil 🙂 Üstelik bütün olaylar muhteşem tarihi eserler fonunda yaşanıyor. Bu da ayrı bir güzellik katıyor esere 🙂
0 Comments