Dipsiz, çok zengin; keşfedildikçe keşfedilen bir derya olan Mesnevi kapısını aralayıp, bir iki adım atmak istedim…
Kapının eşiğinde kalmama rağmen çok şey öğrendim 🙂
Ama öğrendiklerimi daha iyi anlayabilmek için yavaş yavaş, sindire sindire ilerlemem gerektiğini anladım.
‘’Dinle, bu ney nasıl şikayet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor…’’ diye başlıyor birinci cilt ve bitene kadar da o ney kulağımıza güzel hikayeler ve eşi, benzeri olmayan sözler fısıldıyor 🙂
Bakın, bana neler fısıldadı:
= Söz söylemek için önce dinlemek gerekir. Dinleme ihtiyacı olmaksızın anlaşılan söz, ancak tamahsız ve ihtiyaçsız olan Tanrı’nın sözüdür.
=Ağızdan bir kere çıkan söz, yaydan fırlayan bir ok gibidir.
=Bir söz bir alemi yıkar, ölmüş tilkileri aslan eder.
=Ey söz, sen hem bitmez tükenmez bir hazinesin; hem dermanı olmayan bir dertsin.
=Yazı esnasında eli görmeyen kimse, kalemin hareketini kalemden sanır.
=Akıl insanlara ayak kösteği olunca o akıl, akıl değildir. Yılan ve akreptir.
=Yağmur vardır, alemi beslemek için yağar. Yağmur vardır alemi perişan etmek için yağar.
=Bir ateşe odun attıkça o ateş nerden sönecek? Fakat odun atmazsan söner. Çünkü bu çekinme ateşe su serper.
=Birisi ayı apaçık görür, öbürüyse dünyayı kapkaranlık.
Ben en çok galiba şu sözü sevdim: ‘’Çalışan kimse Tanrı sevgilisidir. Tevvekülden daha güzel bir kazanç yoktur…’’ 🙂
Bana göre dünyadaki en güzel ibadet çalışmaktır 🙂 🙂 🙂
O yüzden çalışmaya devam! Düşünmeye devam! Yeni şeyler öğrenmeye devam!
Mevlana ve Mesneviliği de araştırmaya devam 🙂 🙂 🙂
0 Comments